Çanakkale Savaşının Siyasi Sonuçları
Çanakkale Savaşının Siyasi Sonuçları, 1915 Çanakkale Zaferi ve etki ettiği siyasi sonuçlar üzerine yazılmış güzel bir makale.
Çanakkale Savaşının Siyasi Sonuçları
Birinci Dünya Savaşı’nın Çanakkale Cephesi dünya tarihi açısından çok sayıda sonucu beraberinde getirmiştir. Çanakkale savaşının ekonomik, sosyal, askeri, siyasi ve politik olmak üzer çok fazla etkisi ve sonucu vardır. Sayın Ergün AYBARS tarafından hazırlanan bu makalemizde Çanakkale Savaşının Siyasi Sonuçları ele alınmıştır. İyi okumalar dileriz.
Çanakkale Savaşının Siyasi Sonuçları
Makale Girişi
18 Mart 1915‘te dünyanın güne kadar görmediği büyüklükte İtilaf Devletleri donanmasının, Türk azmi karşısındaki yenilgisi ve 25-26 Nisan 1915’te başlayıp, 9 Ocak 1916 gününe kadar cehennemi bir kara savaşı sonunda Türk askerinin karşısında uğradığı hezimet. Boğazlar tarihinin en önemli olayıdır. Varlığı hesaba bile alınmayan Türk askerinin karşısında, Batının yenilmez kabul edilen İngiliz gücünün hezimeti, sonuçları itibariyle büyük etkiler yarattı. Savaşan Avrupa’nın hayatını ekonomik, sosyal ve siyasal bakımdan köklü bir şekilde değiştirerek etkiledi. Bunun yanı sıra, savaş sonunda ortaya çıkan komünist, faşist rejimlerin sebebini Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı sosyal ve ekonomik çöküntünün içinde aramak gerekir.
Başlı başına bir imparatorluğa bedel olan Boğazların tarih içinde taşıdığı önem üzerinde durmak gerekir. İlk çağda Yunanların Boğazları geçerek Karadeniz’de koloniler kurmalarıyla, Boğazlarla ilgili siyasi olaylar başlar. “Kolşid” de olduğu söylenen Altın yapağıyı (post) elde etmek için yola çıkan Zason ve elli arkadaşının isteklerine ulaşmasını anlatan efsane, Küçük Asya ve Yunan halkının çatışmaları içinde, özellikle Çanakkale Boğazı’nın önemini anlatır. Güzel Helen’in kaçırılması ile başlayan Truva Savaşları yine, Boğaz’m taşıdığı stratejik ve ekonomik önemi gösterir. Persler ile Yunanlılar arasında süren üstünlük savaşlarının en önemli noktasını yine Boğazlar oluşturmaktadır.
M.O. 514’te Pers Kralı Birinci Dara’nın büyük seferi ile Boğazlar üzerinde sağladığı üstünlük ve Birinci Serhas’ın 480 (M.Ö.) Çanakkale Boğazı’nı gemilerden köprü ile geçmesi olayı, Persler’in buralara verdikleri önemi gösterir. Yunanlılar kısa bir süre sonra 478 (M.Ö.)’de Boğazları ele geçirdiler. Ancak kendi içlerinde de bu sebeple çatışmaya giriştiler. Büyük İskender’in 334 (M.Ö.)’de ordusu ile Boğazları geçip Anadolu’ya girmesi ile kurduğu imparatorluk buraya egemen oldu. Yunan egemenliğinin zayıfladığı yıllarda ise, Boğazların önemini kavrayan Romalılar yöreyi ele geçirmek istediler. Karşılarında en güçlü rakip Karadeniz’e egemen olan Pontus Kralı Mitridat oldu. Roma’yı çok uğraştıran Mitridat yenilince, Roma Boğazlara egemen oldu. Roma beslenme ihtiyacını Akdeniz çevresinden sağladığı için Boğazlar uzun süre önemini yitirdi. Bizans’ın kurulması ve Hunlar’ın 559’daki saldırıları, Avar ve İranlılar’ın birlikte saldırmaları ve Arapların 717 yılında Çanakkale ve İstanbul’a saldırıları hep başarısızlıkla sonuçlandı. Boğazlara uzun şiire egemen olan Bizans, bu su¬yollarının eski ticari düzeyine ulaşmasını sağlayamadı.
Boğazların bu yönde yararını gören Venedik ve Cenevizliler Boğazlardan geçme ve yörede yerleşme imtiyazlarını almayı başardılar. Akdeniz‘de üstünlük sağlamış bulunan İtalyan Cumhuriyetleri, Boğazları geçerek Karadeniz’de de koloniler kurarak yerleştiler.” Gerek Bizans’ın gerekse İtalya Cumhuriyetimin Boğazlardaki egemenliğine son veren Türkler oldu.
Türk Egemenliği Dönemi
Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları Anadolu’nun hemen bütününü fethetmişlerdir, fakat Boğazlara egemen değillerdi. Boğazların önemini kavrayıp, fütuhatı Boğazlar üzerinden Balkanlara yayan Osmanlı Beyliği 1356’da Gelibolu ve Bolayır’ı ele geçirerek buraya yerleşti. Ardından Edirne’yi de alan Osmanlılar burayı Başkent yaptılar.
Boğazları geçip Balkanlara egemen olan Türkler, kendilerine karşı oluşan Haçlı gücünü, 1389’da Kosova ve 1396’da Niğbolu’da hezimete uğratarak Balkanlar’daki üstünlüklerini kabul ettirdiler. İstanbul Boğazı üzerinde bulunan Bizans’ı ortadan kaldırmadıkça Boğazların tam egemenliği mümkün değildi. Bunu bilincinde olan Osmanlı Padişahları Bizans’ı ortadan kaldırmak için fetih çalışmalarında bulundular. Fakat 1402’de Yıldırım Beyazıt’ın Timur’a Ankara’da yenilmesi, bu işi 50 yıl geciktirdi. 1453’te İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet hem Boğazlar üzerinde mutlak Türk egemenliğini kurdu, hem de; bu su yollarına bağlı denizlere de egemen olma politikasına başladı. İlk olarak da Karadeniz’deki Rum ve İtalya üstünlüğünü yıktı. Boğazlar mutlak Türk yönetimine geçtikten sonra Venedik ve daha sonra 1535’te Fransa ile yapılan anlaşmalarla, bu devletlere ve daha sonra diğer Avrupa Devletlerine ticaret imtiyazları verildi. Ancak Karadeniz’e geçme hakkı tanınmadı. Hatta 1740’da Kapitülasyonun 59’uncu maddesi Fransa’ya Karadeniz’de ticaret yapma hakkını tanıyorsa da, gerçekte bu hakkı hiç kullanamadı. Fransa bu hakkı ancak 1802’de kazanabilecekti.
Görülüyor ki Türkler Karadeniz’i bir Türk gölü olarak değerlendirip, buraya yabancı devletlerin gemilerinin girmelerine izin vermediler. Rus Çarı Petro’nun Karadeniz’e inmesi ve Azak’ı ele geçirmesi ile Boğazlar için ilk kuzeyden tehlike geliyordu. Nitekim, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti Rusların ticaret gemilerine serbest geçiş izni tanıyordu. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı süresince Rusların doğurduğu tehlikeyi göremeyen İngiltere, ancak 1798’de Napolyon’un Mısır seferi ile dikkatini Doğu Akdeniz’e ve Boğazlara çevirdi.
Napolyon un Mısır’ı işgali, Doğu Akdeniz’de Fransa’yı görmek istemeyen bu iki devletin Osmanlı Devleti’ne yardım etmelerine sebep oldu. Aralık 1798 Rusya ve Ocak 1799’da İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında anlaşmalar yapıldı. Bu antlaşma gereğince Rus savaş gemileri ilk kez, Boğazlardan geçerek Akdeniz’e indiler. Anlaşma sonucu ile de olsa Rus donanmasının Boğazları geçerek Akdeniz’e inmesi, İngiltere’yi dehşete düşürmeye yeni. Bu sebeple bu tarihten itibaren Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğünü, özellikle Boğazların korunması politikasına başladı. Napolyon’a karşı Rusya ile anlaşan İngiltere, yine de Boğazlar konusundaki hassasiyetinden vazgeçemedi.
1807 yılında Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul önlerine gelen İngiliz Donanması, kara orduları olmadan Boğaz’ı geçmenin-bir anlam taşımadığım da görmüştü. 1809’da Osmanlı Devleti ile anlaşma imzalayan İngiltere, Osmanlı Devletine, Boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı olması konusunda tam destek vaat ediyordu. Amaç açıkça ortada idi. İngiltere bir Napolyon tehlikesi yüzünden Rusya ile anlaşmıştı. Napolyon tehlikesi geçiciydi, fakat Rus tehlikesi daimiydi. Her geçen gün büyüyordu. Bu sebeple Rus Donanmasını Karadeniz’e hapsetmek istiyordu.
İngiliz stratejisi, Balkanlardan, Karadeniz, Kafkasya, Kuzey İran ve Afganistan’a uzanan bir çizgide Rusya’yı tutup, güneye inmesini engellemek esasına dayanıyordu. 1829’da Edirne’ye gelen Ruslar’ın karşısına çıkan, yine İngiltere oldu. Mehmed Ali Paşa isyanında, çaresizlik içinde kalan II. Mahmud’un “denize düşen yılana sarılır” atasözünü hatırlatırcasına Rusya’dan yardım alması ve 1833’te Hünkâr İskelesi antlaşmasını imzalayarak Rusya’ya sığınması, İngiltere’yi yeniden dehşete düşürdü. Nitekim bu anlaşma hükümlerinin uygulanmaması için, Rusya’yı tehdit etmekten geri kalmadı. 1839’da Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa nın ikinci isyanında ise, olaya doğrudan müdahale eden İngiltere, Mehmed Ali‘yi mağlup ederek Rusya’nın etkinliğini ortadan kaldırdı.
İngiltere, 1815’te “Şark Meselesi” sözünü ortaya atıp, Osmanlı topraklarını ve özellikle de Boğazları ele geçirmek isteyen Rusya’ya karşı Boğazlar meselesini, sağlam bir esasa bağlamak amacıyla 1841 ’de uluslar arası Boğazlar sözleşmesi imza edildi. Bu sözleşme gereğince, Osmanlı Devleti barışta iken Boğazlar yabancı devletlerin savaş gemilerine kapalı olacaktı. Böylece Boğazlar üzerinde Padişah tek başına karar veremeyecek, beş büyük Avrupa devletinin de çıkarları gözetilecek idi. Bu sözleşme özünde Rus diplomasisi için ağır bir yenilgi idi. Avrupa devletleri Rus tehlikesi karşısında Boğazlar, Osmanlı İmparatorluğumdan çok, büyük devletlerin meselesi oldu.
1807‘de Erfurd’da Boğazların Rusya’ya verilmesine razı olması karşılığında Avrupa’da üstünlük kurmasını desteklemeyi vaad eden Rus Çarı’na, Napolyon’un “Boğazlar bir imparatorluğu bedeldir. Kaldı ki Marsilya’nın kapısı Boğazlardan geçer” yanıtı Avrupa’nın hassasiyetinin en güzel örneğidir.
Rusya, 1848‘den itibaren yeniden aktif bir politikaya girişti. “Avrupa’nın Hasta Adamı” dediği Osmanlı İmparatorluğumun mirasını paylaşmak için İngiltere’yi iknaya çalıştı. Bunda başarılı olmayınca da, 1853’te tek başına saldırdı. Fakat 1854’te İngiltere, Fransa ve hatta Piyemonte’yi karşısında buldu. Boğazları güvence altına almak isteyen İngiltere ve Fransa, savaşı Kırım’a taşıdılar. İngiliz donanması bütün Rus gemileri ve tersanelerini yaktı. Rusya 1856’da Paris anlaşması ile yenilgiyi kabul etti. Rusya Karadeniz’de Savaş gemisi bulundurmayacak ve tersane işletmeyecekti. Bu, İngiltere için büyük bir zafer oldu. Bu anlaşma 1871 ’e kadar yürütüldü. Alman birliğinin kurulması ile uğraşan Avrupa’nın durumundan yararlanan Rusya, anlaşmayı uygulamayacağını ilan etti.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nı imzalayan Osmanlı Devleti’ni bu perişan durumdan yine Avrupa kurtardı. Berlin’de, Devletlerin denge politikası Rusya’nın, bir kez daha yalnız kalmasına sebep oldu. İngiltere, Doğu Akdeniz’in güvenliği için Kıbrıs’ı 1878’de Osmanlı Devleti’nden zorla kiraladı. Boğazların korunması için Ege Denizi, Batı Anadolu ve Boğazlara egemen olacak Yunanistan’ın “Megali İdea” tezini desteklemeye başladı. Kafkasya’dan İskenderun Körfezi’ne inmek isteyen Rus tehlikesine karşı da, bu yörede bir Ermeni Devleti kurma tezini destekledi. Böylece Boğazlar meselesi yeni boyutlar kazanmış oluyordu.
Almanya önderliğinde kurulan Üçlü İttifak, Avrupa’da üstünlük sağlamaya çalışıp, 1890’dan sonra Almanya Osmanlı İmparatorluğu ile yakın ilişkiye girince ve 1900’de Osmanlı-Alman Demiryolu Anlaması (Bağdat Demiryolu Projesi) yapılınca, İngiltere, Fransa (1904) ve Rusya (19079 anlaştı. Artık Üçlü İtilaf doğmuştu. Üçlü İttifak ile Üçlü İtilaf; Fas Buhranı ve Balkan Savaşı nedeniyle birkaç kez çatışma sınırına gelmiş, son anda vazgeçmişlerdi. Alman ekonomisinin giderek güçlenmesi, kara ordusunun Avrupa’nın en kuvvetli ordusu durumuna gelişi, donanmasının da her geçen gün denizlerde İngiltere’yi tehdit edecek şekilde gelişmesi, bir Avrupa savaşının sebeplerini oluşturuyordu.
Balkan Savaşı sonrası iktidara el koyan İttihat Terakki, İngiltere ve Fransa’ya başvurarak Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunmasını istediler. Oysa İngiltere ve Fransa, Almanya’ya karşı Rusya’nın insan kaynaklarına büyük ihtiyaç duyuyorlardı Eğer bu isteği kabul etselerdi. Osmanlı topraklarında gözü olan Rusya’yı karşılarına alırlardı.
Onlar Osmanlı İmparatorluğunu, ellerinde Rusya’ya sunacak bir koz olarak tutmayı tercih edip. Onu Almanya’nın yanına itmeyi daha yararlı görüyorlardı. Balkan Savaşında Küçük Balkan Devletlerine çok ağır bir yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu’nun sorumluluğunu, kimse üzerine almak istemiyordu. Hata, Almanya bile Türk askerinin savaşaıııayacağı görüşünde idi Boğazların kapalı kalması Almanya için yeterliydi. Almanya’nın asıl amacı, Halifenin dinsel gücünden yararlanmak idi. Bu savaştaki en büyük kazancı ise orta Doğu, yani Osmanlı İmparatorluğu olacaktı. Almanya, özellikle Hıristiyan sömürgeci dünyasına karşı İslam taassubunu kabartmak ve Osmanlı halifesinin aracılığıyla kendisine milyonlarca bağlaşık kazanmak istiyordu. Türk ordusunun sağlayacağı yarardan çok, Hindistan Müslümanlarının, Arapların ve diğer İslam ülkelerinin Ingiltere ve Fransa’ya karşı ayaklanmalarını umuyordu Kayzer’in 30 Temmuz 1914 tarihinde Petersburg’taki Alman elçisine yolladığı mektup bunu gösteriyordu.
İttihat Terakki ileri gelenleri (Enser. Talat ve Cemal Paşalar) ise: kapitülasyonlardan, Osmanlı borçlarından kurtulabilmek, Balkan Savaşında Yunanlılara kaydedilen Ege’deki adaları geri almak ve Almanya tarafında çökertilecek Rusya’daki Türkleri kurtarmak istedikleri için, Almanya’yı doğal müttefik olarak görüyorlardı Bu sebeple 1 Ağustos 1914‘te taraflar arasında gizli bir ittifak anlaşması imzalandı. Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisinin Çanakkale Boğazına girmeleri (10 Ağustos 1914) ve bu gemilerin Osmanlı Devletince satın alınmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun yazgısını çizdi. Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki gemi, Amiral Şuson komutasında Ekim sonunda, Karadeniz’de Rus Donanmasına ve limanlarına saldırınca Osmanlı İmparatorluğu Üçlü İttifak ile Üçlü İtilaf arasındaki savaşa sürüklenmiş oldu.
Çanakkale Harekatına geçmeden önce İngiltere açısından da olaylara bakmakta yarar var. Osmanlı Devleti Balkan Savaşı’nda uğradığı ağır yenilgi sonunda Ege Adalarını yitirmesinin, savaş gemisi yokluğundan olduğunu acı bir şekilde görmüştü. Bu sebeple halkın bağışları ile toplanan paralarla İngiltere’den, iki savaş gemisi sipariş edilmişti. Savaş öncesi gemilerden birinin inşası tamamlanmış, diğeri ise bitmek üzere idi. Churchill, Enver Paşa’nın, bu iki gemi ile İstanbul-Trabzon arasında deniz güvenliğini sağlayacağım ve Kafkasya’yı (Azerbeycan) ele geçirmek istediğini biliyordu.’ Buna rağmen iki Alman gemisinin Çanakkale Boğazı’na girmelerine adeta göz yummuştu. Böylece İngiltere iki savaş gemisini Türklere vermiyor, Almanya iki savaş gemisini yitiriyor, Türkler iki savaş gemisini alarak savaşa giriyorlar ve İstanbul Boğazı Ruslara karşı korunuyorduk.
Savaş çıktığı zaman gerek Alman tarafı, gerekse İngiliz tarafı yaptıkları hesapta, bu savaşı 19. yüzyılda Avrupa’daki savaşlar gibi kısa süreceğine ve üstün gelen tarafın isteklerinin kabulü ile biteceğini hesaplıyorlardı. Almanya, önce Fransa’yı ezecek sonra bütün gücüyle Rusya’ya saldıracak ve Rusya’yı çökertip savaşı bitirtecekti. Bu stratejide en önemli mesele Rusya’nın dışardan silah, cephane, malzeme, erzak, ilaç gibi yardım almasını engellemekti. Bu da Boğazların kapalı olmasıyla sağlanacak idi. İngiliz tarafının stratejisi ise Almanya’yı hem batıdan, hem de doğudan iki ateş arasına almak (Bismarck’ın korkulu rüyası) ve ezip savaşı bitirmekti. Bu stratejinin uygulanabilmesi için Rusya’nın insan kaynaklarının İngiliz-Fransız tekniği ile silahlandırılması, donatılması ve beslenmesi gerekiyordu. Rusya’ya yardım gönderilmesi de Boğazların ele geçirilmesi ile mümkün idi.
İngiltere Hükumeti, Çanakkale yenilgisini kabule karar vermek üzere bulunduğu ve Almanya ile Avusturya-Macaristan’ın Bulgaristan’ın da yardımıyla Sırbistan’ı ezip Osmanlı ile doğrudan bağlantı kurmaya hazırlandıkları sırada, 12 Ekim 1915’te Llyod George’un, hükumet üyelerine bir bildiri dağıtarak Almanya ile Türkiye arasında demiryolu bağlantısının kurulmasından İngiltere İmparatorluğu için doğacak tehlikeleri şöyle sıralar:
- İngiliz İmparatorluğu’na en doğrudan doğruya etkili, hatta olanaklı bulunan tek darbeyi amaç edinebilirler.
- Ellerine en savaşkan nitelikte iki üç milyon kişiyi geçirip bunları kendi varlıklarına katarak gelişmekte olan yıpranma savaşını kendi lehlerine çevirebilirler.
- Gelibolu Yarımadası’nın bir kenarında, diş ve tırnaklarıyla tutunan büyük bir İngiliz kuvvetini yok etmek olasılığım elde etmiş olurlar.
- Doğu’daki çalımıza (prestij), yankısı gürültülü olacak bir darbede bulunabilirler.
- Güney Doğu Avrupa’da ve Asya’nın geniş bir bölgesinde deniz gücümüzü, hiç işe yaramaz bir duruma düşürürler.
- Türkleri belki de daha sonra İraıılı ve Afganlılan donatarak, bizi Mısır’da ve Uzak Doğu’daki ülkelerimiz korumak için geniş çapta birliklerimizi Fransa’daki ana savaş alnından ayırmak zorunluluğunda bulundurabilirler.
- Aynı yoldan, Kafkas sınırlarım ve İran’daki çıkarlarını korumakaçısından bir çok Rus birlikleri için bunlar geçeriidir.
Llyod Gerge’un bu görüşleri zamanla gerçekleşecektir. İngiltere, Suriye ve Irak cephelerinde yedi yüz bini aşan ordular bulundurmak zorunda kalacak ve Türk cephelerindeki genel kayıpları, hastalık dolayısıyla geri alınanlar dışında 275000’i aşacaktır. Ancak bunların bir kısmı Hintli olacaktır.
Her iki yan da bu savaşın, 1,5 yıl veya en çok iki yıl içinde sona ereceğini hesaplıyordu.
İngiltere Çanakkale Seferine karar verirken birçok hesap yapıyordu. Kabinede yapılan görüşmeler bunu göstermektedir. Çanakkale saldırısı özellikle Bahriye Bakam Churchill ve Savaş Bakanı Ford Kitchener tarafından hazırlanmıştı. Bu harekatın başarılması ile birkaç kuş birden vurulmuş olacaktı:
- Rusya’nın ihtiyacı olan silah, cephane, erzak ve her çeşit malzeme sağlanacak, Osmanlı İmparatorluğu’na teslim olunacak,
- Savaşa katılmakta tereddüt eden Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya itilaf Devletleri safında yer alacak ve onların askeri gücü ile Trakya ele geçirilecek, Yunan askerleri Çanakkale Boğazı’nı koruyacak,
- Mısır ve Kafkasya’ya saldıran Türk gücü kırılacak İtalya’nın karar vermesi çabuklaştırılacak Halife’nin nüfuzu ve cihad ilanının etkisi kırılacak Avrupa’da kazanılamayan savaş, Doğu’da kazanılacak idi.
- İngiliz istihbaratınca yapılan incelemeden de anlaşıldığı üzere, Çanakkale Boğazı’nın tahkimatı çok yetersizdi. Churchill, Balkan ordularının küçük toplarının karşısında perişan olan Türk askerinin, kendilerinin dev toplarının karşısında direnemeyeceğini ve dev donanmalarının Çanakkale’yi rahatça geçip İstanbul’a geleceğini ve Osmanlı Devleti’nin teslimiyle bu işin çabuk biteceğini düşünüyordu.
Gerçekten de Türk topları küçük ve menzilleri en çok 8 bin metre idi. Oysa İngiliz Savaş gemilerinin toplarının (270 adet) menzili, 16 bin metreyi aşıyordu.
İngiliz kabinesinde karşı olanlara rağmen Churchill ve Kitchener hazırlanacak dev bir donanmanın kara desteği olmadan da Boğazı geçeceğim iddia ediyorlardı. Churchill daha Eylül ayında Bahriye bakanlığınca, “İngiliz donanmasını Marmara’ya sokmak maksadı ile Gelibolu Yarımadasının kafi kuvvetle bir Yunan ordusu tarafından zaptı için” bir plan hazırlanması girişiminde bulunmuştu. Aııcâk bu istek, elde yeterli kuvvet olmadığı için pek rağbet görmemişti. Çünkü savaş Avrupa‘da bütün gücüyle sürüyordu. Fransa Avrupa cephesinden kuvvet çekilmesine kesin karşıydı. Fakat Avrupa cephesinde savaş bir süre sonra taktik harekat niteliğini yitirdi ve tel örgüler arkasında, çamurlar içinde bir cephe savaşına dönüştü. Bu gelişmeler Churchill’in planına değer kazandırdı. Amiral Carden’in raporu da, Boğaz’ın geçilebileceği yolunda idi. Harekatın kara kuvvetlerine ihtiyaç duyulmadan başarılabileceği imkanı kararı çabuklaştırdı.
Amiral Carden 19 Şubat 1915‘ten itibaren Çanakkale Boğazı istihkamlarını top ateşiyle övmeye başladı. General Birdvvood, donanmanın geçmesini kolaylaştırmak ve güvenlik açsından, 40000 kişilik bir kuvvetle Bolayır’ı ele geçirmeyi önerdiyse de, Kitchener kabul etmedi. Yine de tedbir olarak bu kuvvet hazırlandı. İngiliz donanması için en büyük engel, seyyar Türk topları ile mayınlar idi. Bir ay süreyle top ateşini sürdüren İngiliz donanmasının planı; 18 Mart günü Boğaz’a saflar halinde girip, istihkamları yok etmek ve mayınları temizleyip Boğaz’ı geçmek idi.
18 Mart sabahı Boğaz’a giren dev donanma, Nusret mayın gemisince mayınlanmış bulunan bölgede ve Türk topçusunun başarılı atışları yüzünden, ağır kayıplar verdiler. Akşama doğru, Boğazı geçemeyeceklerini anladılar. Zafer, Türklerin idi. Dünyanın bu tarihe kadar gördüğü en büyük donanması, öldü zannedilen Türk azmi ve direnişi karşısında yenilmişti.
Denizden Boğazı geçemeyen İngiltere, Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirip sonra Boğazı geçmek üzere İskenderiye’de hazırlıklarını tamamlayıp, Limni Adası’na asker yağdırmaya başladı. 25 Nisan’da da karaya asker çıkardılar. Türk askerini hesaba katmayanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Yoğun top ateşinden sonra karada tek canlı kalmadığını zanneden İtilaf askerleri, karaya ayak bastıklarında amansız Türk direnişi ile karşılaştılar. Çok geçmeden, Türklerin dört yüzyıl önce Hristiyanları titreten savaş yeteneklerinden hiçbir şey kaybetmediklerini hem de çok pahalı bir şekilde anladılar.
Bu savaşlarda Mustafa Kemal isimli genç bir Yarbay askeri dehası karşısında İngiliz askeri harekat planlan ve taktik hareketleri, alt üst oldu 8,5 ay süren kara savaşları sonucunda İngiliz, Fransız ve ANZAC kuvvetleri 9 Ocak 1916’da yarımadayı perişan bir şekilde terk ettiler. Düşmanın çekileceğini sezen Mustafa Kemal Bey’in, düşman çekilişi sırasında yapılacak bir taarruzla, düşmana büyük kayıp verdirileceği yolundaki istek ise Enver Paşa tarafından kabul edilmedi.
Çanakkale Savaşı’nın Sonuçları
Silah, malzeme, sonsuz zenginlik kaynağına sahip olan ve yenilmez zannedilen İngiliz deniz gücü ve İtilaf Devletlerinin kara gücü, hiç hesaba katmadıkları çok zayıf ve yetersiz silah ve malzeme ile savaşan Türk askerinin karşısında ağır bir yenilgiye aldı. Bu savaş inancın çelikten daha üstün olduğunu gösteriyordu. Türk tarafı 57.000 şehit, 100.000 yaralı, 21.500 hastalıktan ölen, 10.0 kayıp olmak üzere zayiatı 200.000 dolayında idi. İtilaf Devletleri’nin ise 55.000’i ölü olmak üzere yaralı, esir ve kayıplarıyla zayiatları 300.000’e ulaşıyordu.
Askeri bakımdan büyük aşarı bekleyen İngiltere ve Fransa, hezimete uğradılar. 500000 kişilik bir ordu ve donanmayı bu harekata ayırdıkları için, Almanya Avrupa cephesinde 11 ay süreyle rahat etti. Düşman karaya çıkarken en zayıf anında saldırılmasını teklif eden Mustafa Kemal’in isteğini reddedip, düşman karaya çıktıktan sonra savunma yapılmasını isteyen Liman Von Sanders’in isteğini kabul eden Enver Paşa, böylece Almanya’ya bu avantajı sağladı.
Mustafa Kemal’in üstün başarısını gölgeleyen Enver Paşa O’nu Diyarbakır cephesine tayin etti. Mirlivalığa atandığı orada bildirildi. Oysa bu zafer Türklüğe dahi bir komutan ve lider kazandırırken, Churchill’in deyişiyle , Lord Kitchener’in siyasi hayatını öldürüyor, Churchill’inkini ise yirmi yıl geciktiriyordu.
İngiltere’nin hesaplarına göre kendi yanlarında savaşmasını Çanakkale başarısına bağladıkları Bulgaristan, İngiliz yenilgisi üzerine, Almanya yanında savaşa katıldı ve Türkiye’nin Almanya ile bağlantısı sağlandı.
Çanakkale Savaşı gelişmelerini izleyen Araplar, İngilizlerle hemen anlaşmadılar. Kut’ul Amare’de Nisan 1916’da teslim olan İngilizler, Araplar üzerinde yeterince etkili olamadıkları için, Şerif Hüseyin ve Abdullah’a büyük anilerde bulunmak zorunda kaldılar. Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc. Mahon ile Mekke Şerifi Hüseyin arasındaki mektuplaşmalar sonucu oluşan anlaşma için İngilizler. Araplara “Büyük Arabistan Krallığı” vaadinde bulunmak ve teminat göstermek zorunda kaldılar. Çanakkale’de Türk başarısı Arapların isyanını bir süre daha geciktirmişti. Araplar Birinci dünya Savaşı sonunda İngiliz oyununa geldiklerini, özellikle “Gizli Anlaşmaları” öğrenince anlayacaklar, fakat “Manda” yönetimine girmekten kurtulamayacaklardır. Bu iki yenilgi, Hindistan’da da İngiliz prestijini oldukça sarstı.
Rusya ile henüz kesin bir anlaşma yapmayan İngiltere ve Fransa Çanakkale yenilgisinden sonra, 120 yıllık Boğazları koruma politikasından vazgeçip Rusya’yı elde tutmak için feda etmek zorunda kaldılar. Rus Çarı, Karadeniz bombardımanının hemen adından, atalarının iki yüzyıllık hayallerinin gerçekleşeceğini açıklamıştı. Çanakkale Harekatı ise, Rusya’yı endişeye düşürmüştü. İngilizler Boğazlara yerleşirlerse, onları oradan çıkarmak mümkün olmazdı. Hele İngiltere’nin Yunanistan’ı Çanakkale Harekatına katmak ve Çanakkale Boğazı’nın güvenliğini Yunan askerine vermek istekleri Rusya’yı çok endişelendirmişti. Bu, Rusya’nın tepkisine yol açtı.
Çanakkale yenilgisinin hemen arkasından Rusya, İngiltere ve Fransa’ya verdiği notlarda, İstanbul, Boğazlar ve Marmara Denizi Rusya’ya katılacak, İmroz ve Bozcaada için ise, Rusya’nın oyu almadan karar alınmayacaktı. İngiltere ve Fransa bu nottan hoşlanmamakia beraber Alman tehlikesi karşısında Rus isteklerini kabul ettiler. Buna karşılık da Rusya, Sykes-Picot anlaşaması ile belirlenen İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki çıkarlarını kabul etti. Savaşa katılmak için kim ne fazla verirse o yandan yer almak politikası izleyen İtalya, Çanakkale’de İngiliz-Fransız yenilgisi üzerine avantajlı duruma geldi. İtilaf Devletleri, kendisine muhtaç oldukları için, Batı Anadolu’yu İtalya’ya bırakmayı vaat ettiler.
Ermeni tehciri olayı da, Çanakkale Savaşları ile yakından ilgilidir. Savaşın başlamasıyla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarıyla işbirliği yaparak isyan eden Ermeniler Kafkasya, Irak ve Suriye cephelerinin gerisini ve ülkenin iç güvenliğini tehdit etmeye başladılar. 18 Mart 1915’te başlayan Çanakkale Deniz Harekatı ve 25 Nisan’da başlayan kara harekatı da, bu tabloya eklenince, Osmanlı Devleti Mayıs ayında çıkardığı Muvakkat Kanunla Ermeni tehcirine bir güvenlik meselesi olarak görmeye başladı.
Çanakkale‘de Türk zaferinin diğer bir yakın sonucu, da İngiliz parlamentosunda görüldü. Savaş Bakanı Lloyd George kendi partisi olan Liberal partiden Başbakan olan Asquid ile ayrılığa düştü. Sonunda başbakan çekilerek yerine 16 Aralık 1916’da Llyod George geçti. Bu sebeple, Liberal Parti, Lloyd George’cu veya Asquid’ci olarak ikiye bölündü. Fakat, Çanakkale bozgunu ve savaşın uzayacağının belli olması üzerine İngiltere için gerçekten fevkalade bir durumdu. Özellikle işçiler zorunlu askerlik ve ücret azlığına karşı tepki göstererek grevlere başladılar.
Çanakkale‘de Türk zaferi etkisini en çok Rusya’da olumsuz biçimde gösterdi. İtilaf Devletleri’nin Boğazlan geçmemesi üzerine malzeme ve cephanesiz kalan Ruslar, Almanya karşısında bozguna uğradılar ve yüzbinlerce savaş tutsağı verdiler. Açlık, sefalet, ordusunun uğradığı ağır yenilgi ve moral çöküntü Rusya’da önce Şubat (1917) ihtilaline ve Ekim’de de Bolşevik İhtilaline yol açtı. Savaşı sürdüremeyen Bolşevik Hükümeti yönetimi, 3 mart 1918’de Brest Litovsk Anlaşması ile savaştan çekildi.
Birinci Dünya Savaşı’nın iki yıl uzamasının yalnızca Rusya’da değil hemen tüm Avrupa’da gerek galip, gerekse yenilenler üzerinde yarattığı sosyal- ekonomik çöküntü ve büyük patlamalar İtalya’da Faşizm’in, Almanya’da Nazizm’in ortaya çıkmasına sebep olacaktır.
Çanakkale’nin geçilememesi, İtilaf Devletlerinin kendi ifadelerine göre, savaşı iki yıl daha uzamıştı ve bunu sorumlusu da Türkler idi. Lloyd George, Türklerin Boğazları kapamalarının savaşı iki yıl daha uzatmalarına yol açtığını her fırsatta tekrarlatıp bunun acısını Türklere yüklemek istemiştir. Lloyd George, Çanakkale’deki Türk zaferi dolayısıyla şu görüşleri ileri sürmektedirler.
Churchill durumu şöyle anlatır;
“Çanakkale seferinin sona ermesi savaşın ikinci büyük evresinin kapanması demekti. Bundan sonra karada yıpranma savaşıyla, ordular kadar ulusların da yıpranmasıyla yetinmek gerekecektir. Artık strateji yoktur ve pek az taktik vardır. İnsan hayatı insan hayatıyla değiş tokuş edilerek, güçsüz bağlaşık takımı güçlüsünce, derece derece ve tek düzenle yıpratılacaktır. Bu değiş tokuşu sağlamak için, her iki yan da silah ve araçların sonsuz olarak çoğaltılması zorunlu görülecektir. Bundan böyle kesintisiz cephe yalnız Alplerden denize değin uzanmıyordu. Balkan yarımadasından, Palestin’den Irak’tan da geçiyordu. Merkez Devletleri, Güney yanlarını Balkanlarda ve Türkiye’de başarı ile savunmuşlardı… Artık savaş sanatı kendini, ancak dümdüz öne doğru yürütülen cephe saldırılarında gösterecektir. Bunlar sırasında kahramanlar, mitralyözler ve dikenli teller üzerinde atılarak can ve kanlarını feda edeceklerdir. “Aiman öldürülecek” tir, ancak o zaman Almanlar iki kez daha çok bağlaşık öldüreceklerdir. Kırk, elli hatta ellibeş yaşında adamlar, onsekizlik gençler askere alınacaktır, yaralılar üç kez, dört kez mezbahaya sürülecektir. Bundan sonra askerlik sanatının tek görüntüsü bu olacaktır ve üç yıl geçince sonunda, bürolarından mutluluk içinde bu korkunç olayları yöneltmiş olan üniformalı işyerlerin sayısız kalabalığı tükenmiş oluşlarına zaferi sundukları sırada anlaşılacaktır ki, bu zafer yenilene göre yenen için ancak daha yıkımlı olmuştur.”
Türk’e son derece düşman olan Llyod George, Çanakkale Zaferimizin bir sonucu olan Bulgaristan’ın bizim yana geçmesinin önlenmemesi, dolayısıyla da Almanya-Türkiye ulaşımının kesik tutulmaması üzerine der ki:
“Öbür yandan düşmanın (Almanya), Türk İmparatorluğumun dünyada en korkunç savaş makinelerinden bir olmak için yalnızca donatım bekleyen muhteşem insan hâzinesiyle bağlantısını kesmiş olurduk.”
Türk’ün askerlik değerini çok yüksek gösteren bu yazı, 1918 bırakışmasından sonra Llyod George’nin Türkiye’ye Yunan’ı saldırtmadan önce bizi silahsızlandırmaya neden çok önem vermiş olduğunu anlamaya yarar. İki yıl uzamış olan savaşın sonu üzerinde Llyod George şu düşüncelerini sıralar:
“Uluslar bu savaştan ekonomik bakımdan düzenleri bozulmuş vücutlarından ve daha da ağır olarak ruhlarından yaralanmış olarak çıkyorlardı. Bu yaraların bazıları, iltihaplı idi ve zehirleri hâlâ dünyanın sağlınT tehdit etmektedir.”
Ve bundan kısa bir süre sonra da söyle der:
“Ancak 11 Kasım sabahında pek az kimse zaferi kazanmış olan kütlelerin geleceği üzerinde kuşkular besliyorlardı. Savaş on milyon genci öldürmüş ve daha da çoğunu sakat bırakmıştı. Kentleri ve zengin illeri harap etmişti. Uluslar arası ticaretin nazik mekanizmasını bozmuştu. Arkada bütün bir kuşağın onaramayacağı yıkımlar yığını bırakmıştı. Dünyanın genel anlayışını zehirlemişti. Kuşkular, garezler, anlayışsızlar ve korkular daha uzun zaman yeryüzünde barışın tek gerçek inancası olan iyi niyetleri ve iyi komşuluk duygusunu tehdit edeceklerdir.”
İnsan Kayıpları
Çanakkale’deki Türk zaferinin Dünya piyasasındaki etkileri bir yandan Rusya’nın çökmesi ve komünistleşmesi, öbür yandan da Batı Devletlerinin, hele İngiltere ile Fransa’nın bu yüzden savaşın iki yıl daha uzamış olmasından ötürü uğradıkları türlü kayıplardan ve ilk olarak insan kayıplarından doğmaktadır:
Fransız Kayıpları | İngiliz Kayıpları | |
1914-15 yılları | 1.990.000 | 268.633 |
1916 yılı | 1.354.000 | 749.140 |
1917 yılı | 569.000 | 817.790 |
1918 yılı | 1.197.000 | ‘852.861 |
Çanakkale yolu 19152te açılabilseydi, savaşın 1916 sonbaharında bitmesi beklendiği için yukarıdaki rakamlardan iki toplam yapacağız: | ||
Fransız Kayıpları | İngiliz Kayıpları | |
1914-1915 kayıpları | 3.344.000 | 1.035.773 |
1917-1918 kayıpları | 1.766.000 | 1.670.651 |
5.110.000 2.706.424 |
Buna göre Çanakkale Zaferimiz Fransa’ya, yalnız Fransa cephesinde 1.776.0 ve İngiltere’ye 1.670.651 kişi fazla kaybettirmiştir. İlk anılan devlet kayıplarını yaklaşık olarak %65’ine, İkincisi ise %37’sine, 1916 yılı sona ermeden uğramıştır. Bu sayılar gösteriyor ki savaşın iki yıl uzaması en çok İngiltere’ye dokunmuştur ve Fransız cephesindeki kayıplarının %63’üne, bu süre içinde uğramıştır. Onun türlü Osmanlı cephelerindeki kayıpları da buna eklenince bırakışmadan sonra İngiliz hükümetinin Osmanlı’ya gösterdiği kin ve düşmalığm nedenlerinden biri anlaşılır.
Savaşın İngiliz mali durumuna etkisi özellikle devlet borçları yönünden şu gelişmeyi gösterir
Borç | Yıllık Faiz v.s, | |
YILLAR | Milyon İ.L. | Milyon İ L. |
1914 | 708 | 24.5 |
1915 | 1.166 | 22.7 |
1916 | 2.197 | 60.2 |
1917 | 4.064 | 127.3 |
1918 | 5.921 | 189.9 |
1919 | 7.481 | 270.0 |
1920 | 7.879 | 320.0 |
Türkiye savaşa | katılıp Çanakkale zaferiyle onu | iki yıl uzatmamış olsı |
İngiltere doğal sayılabilecekken üstün bir sarsıntıya uğramış olmazdı. Savaşın uzamasıyla İngiliz devlet borçlarının 8 milyara yaklaşması, devlete mali ve ekonomik bakımdan belini doğrultması son derece zor bir darbe indirdi ve İngiltere artık eski İngiltere olmaktan çıktı.
Savaşın 1916’da bitmeyip iki yıl daha uzaması itilaf Devletlerinden en çok İngiltere için yıkıcı oldu. Bu ülke yiyeceğinin büyük bir kısmını dışarıdan getirtmek zorundadır. Savaş çıkınca İngiltere, dışarıya sattığı malların yapımını durdurup var gücünü savaş sanayine yöneltmek zorunluluğunda kaldı. Savaş 1916 vılında bitseydi. İngiltere dışarıdaki alıcılarını pek kaybetmezdi ve henüz aşın ölçüde altüst olan ekonomisi bozulmazdı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra denizlerde giderek gücünü yitiren İngiltere, A.B.D. nin üstünlüğünü kabul etti.
Fransızların Türk ordularıyla çarpışmalarında uğradıkları zararlar da oldukça önemlidir. Fransızlar Türklerle hemen hemen yalnız Çanakkale’de savaşmışlar ve o cepheden geçmiş olan 79.000 kişiden 27.000 inini kaybetmişlerdir.
İngilizler’in Osmanlı cephelerinin en önemlileri olan Çanakkale, Irak ve Mısır-Suriye cephelerinde uğramış oldukları kayıpların, Fransa cephesinde yani zaferin kararlaşacağı ana cephesi olan cepheye yolladıkları kuvvetlerle verdikleri kayıpları ve doğrudan doğruya Osmanlı ile savaşın ne ölçüde yük olduğunu aşağıdaki çizelge göstermektedir.
İngilizler’in Fransa cephesiyle İrak ve Mısır-Suriye cephelerindeki yığınak ve kayıplarını gösteren çizelge
Cepheler | Bir anda bulundurulan en çok asker sayısı |
askerlerin tüm sayısı |
Ölü |
Tüm Kayıplar |
||
subay | er |
subay |
er | |||
Fransa
Cephesi |
2.000.000 | 5.400.000 | 32.815 | 527.530 | 127.025 | 2.597.421 |
Anılan üç
Osmanlı Cephesi |
880.300 | 2.550.000 | 4.241 | 77.303 | 15.888 | 262.604 |
Oran | %44 | %47 | %12 | %14.6 | %10 | %10 |
Görüldüğü gibi Aden, Yemen, İran gibi yerlerdeki kuvvetler sayılmadığı halde, üç Osmanlı cephesine gönderilen İngiliz kuvvetleri, Fransa cephesine gönderilenlerin yarısına yaklaşmaktadır.
Genel bakımdan Osmanlı Savaşı İngiltere’ye çok pahalıyla mal olup, Hindistan ve Mısır’da da durumu çok sarsmıştır. Osmanlı Devleti Savaş boyunca 2.850.0 kişiyi askere aldı. Bu sayı yalnız üç Osmanlı cephesinden geçen İngiliz askerinin sayısını ancak 300.000 kadar aşar. Şu da var ki Osmanlı Devleti, Rus cephesine daima daha çok önem verdi ve oraya daha büyük kuvvetler gönderdi. Ruslar’a da, Anadolu ve İran’da 191.00 zayiat verdirdi. Bundan başka Osmanlı, Galiçya, Romanya ve Makedonya cephelerine 90.000 savaşçı yolladı.
İngilizler’in Türk cephesine gönderdiği kuvvet, sayıca çok üstün olduğu gibi, İngiltere, Türk ordusunun ancak yarıdan çok azıyla savaştı.
Türkler ile savaşın İngiltere’ye bir milyar liraya mal olduğunu Başbakan Llyod Geroge, Ocak 1922 de Paris’te toplanmış olan bir bağlaşıklar konferansında açıklamıştır. Oradaki konuşması. Türkiye’ye karşı kesin düşmanlığını da ayrıca belirtmektedir. Demecin konumuzu ilgilendiren kısmı aşağıdadır;
“Türkiye’nin yıkılması özellikle Britanya İmparatorluğunu ilgilendiren bir konuydu. Baştan sona değin, İngiltere bir milyar İngiliz lirası gibi bir giderde bulunmuş, binlerce can, yüzbinlerce kayıp vermiştir ve bunu sonucu Türkiye’de savaş öncesi durumun gelmesi mi iyi olacaktır.”
Çanakkale’nin geçilememesinin savaşın iki yıl uzamasına ve büyük bir yıkıma sebep olduğunu belirten İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Türkler’den bunun intikamını almak için Osmanlı İmparatorluğunu yok ederlerken, Türk yurdu Anadolu’yu da Yunan ve Ermenilere pay ettiriyorlardı. Bu caza politikasının somut belgesi de Sevr’de idi. Türkler’e bütün bunların cezasını fazlasıyla ödetmek ve Batı Anadolu’da Büyük Yunanistan, Doğu Anadolu’da ise Ermenistan kurmak isteyen İngiltere, bir yandan bu öfke ve diğer yandan savaşlı dayanmanın sonucu olarak Orta Doğu politikasına tek başına egemen olmanın verdiği sarhoşlukla ve önyargıların etkisiyle, Türkiye sorununu çözmek istiyordu.
Osmanlı ile yapılan antlaşma’nın aşırı ağır olmaması ve İstanbul’un Türkler de kalması isteğini öne sürmek için Avrupa’ya gelen bir Hint kuruluna. Başbakan Llyod George 19 Mart 1920’de zamanın gazetelerinde görülmüş olduğu gibi şu yolda karşılık vermişti:
“Boğazlardan geçmemizi engellediler, bu olay savaşı iki yıl uzattı, hatta bir süre için onun sonucunu bile tehlikeye düşürdü.”
Llyod George bu yoldaki düşüncesini 11 Aralık 1919’da Fransız Başbakanı Klemenso ile yaptığı bir görüşmede, Boğazlarla İstanbul’un, uluslar arası bir denetim altında bulunması zorunluluğunu saptamak için ileri sürdü.
Bu bir gerçeğin açıklanmasıydı. Eğer Almanya yanlış hesaplar sonucunda amansız denizaltı savaşına koyulup, bundan başka aynı sırada Meksika’ya komşusu A.B.D.’ye karşı bir bağlaşma önermeseydi Washington Hükümeti’nin savaşa girmesi pek kuşkuluydu. Rusya komünistleşip o evre içip çöktükten sonra da, İngiltere ile Fransa kesin zaferden vazgeçip bir anlaşma barışma yanaşırlardı. Llyod George’un anlatmak istediği buydu ve Türkler’e zorlanacak olan öldürücü barış koşullarının nedenlerinden birisinin de bu, olduğunu Hint kuruluna açıklıyordu. Ancak bunu yapmakla durmadan propagandası yapılmakta olan “Adil Barışı” veya “ulusların kendi kaderini seçme hakkı” gibi kavramların yalnızca sözde kaldığımı ve gerçekten “üç alma ve ülke kapmak barışına gidileceğini de belirtmiş bulunuyordu.
Paris’te süren görüşmelere 17 Haziran 1920’de katılan Damat Ferit, Konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmekle suç işlediğini, bu suçun ittihatçılara ait olduğunu ileri sürüp, Ermenistan kurulmasını görüşmeye hazır olduklarını, fakat Osmanlı İmparatorluğumun parçalanmasını kabul edemeyeceklerini, Arap eyaletlerine muhtariyet verilebileceğini bildirdi. Bu konuşma konferans başkanı Clemenceau’yu kızdırdı ve sert davranmasına sebep oldu.
Fransa Başbakanı Sevr Anlaşma tasarısının değiştirilmesini istemiş olan Osmanlı murahhaslarına, bütün ilgili devletler adına verdiği 17 Temmuz 1920 günlü bu karşılıkta şöyle dedi.
“Osmanlı murahhas kurulu, Türkiye’nin savaşa katılmasının insanlığa getirdiği kötülük ve zararların tümünü ölçmemiş gibi görünüyor. Türkiye’nin sorumluluğu o derece büyüktür ki sorumluluk İtilaf Devletlerimin Osmanlı ordularına karşı kazandıkları zaferin getirmiş olduğu fedakarlıkla ölçülmez. Hiçbir neden olmadan, onlara büyük bir deniz ulaşım yolunu kapayarak bir yandan Rusya ve Romanya nın öbür yandan da bunların Batı’daki müttefiklerine ulaşımım kesmekle Türkiye, en azından savaşın iki yıl uzamasına ve bağlaşıkların milyonlara varan insan ve yüzlerce milyar kaybına sebep olmuştur. Sonsuz zararlar pahasına dünyanın düzenini yeniden kurmuş olanlara, Türkiye’nin ödemesi gerektiği tazminat kendisinin ödeme gücünü pek aşmaktadır.”
Barışı imzalamak için Osmanlı delegelerine 27 Temmuz’a kadar süre tanındı. Osmanlı Hükümeti ve Padişah Sevr’i kabul ederek boyun eğdiler.
l. B.M.M.’de 18 Temmuz 1920’de yapılan gizli oturumda “Misak-ı Milli” üzerine yemin edildi ve Sevr tanınmadı. Sevr’im imzalayan Damat Ferit ve arkadaşları ihraç ve İstiklal Mahkemesince, gıyaben idama mahkum edildiler.
M. Kemal Samsun’a ayak bastığında arkasında, Çanakkale zaferinin şerefi vardı. Türk Ulusu, İstiklal Savaşı’na Çanakkale’nin inanç ve azmiyle başladı. Yenilmez zannedilen İtilaf Devletleri Çanakkale’de nasıl hezimete uğradılarsa, yine Türk ulusunun “azim ve kararı” karşısında hezimete uğramaya mahkum olacaklardı. Bu ikinci yenilgi, sömürgeci devletlerin sonunu hazırlarken, Hindistan’dan Cezayir’e bütün mazlum uluslara kurtuluş örneği ve umudu olacaktır.
KAYNAK:
ÇANAKKALE ZAFERİNİN SİYASİ SONUÇLARI
Ergün AYBARS
Orijinal Makale ve Kaynakçayı linkinde bulabilirsiniz.
Henüz yorum yapılmamış.